Sözlükte Ardülke, “arkasındaki toprak parçası” olarak tanımlanır; ilk kullanımlarında çoğunlukla nehrin ya da denizin kıyısındaki limanın arkasında kalan iç kısım anlamındadır. İşlek bir bölgenin ya da bir otoritenin etki alanının dışını tarifleyen coğrafi ya da ticari bir terimdir. Diğer yandan, daha ilk andan, zihnimizin gerisini, günlük hayatımızın ötesini, yani bilincimizin arka bahçesini çağrıştırır. Necla Rüzgar’ın heykelleri ve Yusuf Sevinçli’nin fotoğraflarını bir araya getiren Ardülke, Fransız Büyükelçiliği’nin görkemli arka bahçesinde gerçekleştireceğimiz istisnai bir gezi sırasında, bizi bilincimizin sakladıkları ile karşılaştırır.
İlk bakışta bahçe, tüm “Fransız bahçeleri” gibi simetrik görünür. Rönesans’ın idealleri âhenk ve nizamın farklı seviyeleri arasında birkaç basamak ile yükselip alçalan kibar bir düzendedir. Oysa bir eserden diğerine uzanan patika takip edildiğinde, bu aks bozulur; hatıraların ve farkında olmadan tekrar edip durduğumuz alışkanlıkların arasını adımlarken hafif basamaklar bazen yokuşlaşır, hatta uçurumlaşır. Bu kentte yaşayan pek çok kişide müthiş bir merak uyandıran arka bahçenin bitkileri içinden büyüyen eserlerle karşılaşmak, âdeta ideal bir saray bahçesinin labirentleri içinde çeşmelere, grottolara, Ezop masallarından çıkma mermerlere rastlamak gibidir. Fakat tüm yolculuklar sırasında -hele de yol uzun, duraklar çeşitli iken- olduğu gibi, rastladıklarımızın bazen aynılaşabileceğini, bir hatıranın diğerinin yerine geçebileceğini, zihnimizin kendi kendini kandırabileceğini de gösterir. Kayıp olmak labirentin tanımı içindedir.
İşlek limanların, canlı kentlerin, güçlü etki alanlarının ötesini işaret eden “arka bahçe”, aynı zamanda hepsinden uzakta, yalnız kalabileceğimiz bir an anlamına da gelir. Bilinç altımızda kaybolarak ya da kaybolduğumuzun bilincinde olarak. Ardülke, bu serginin izleyicileri olmasak tek başımıza gezinme iznine asla sahip olamayacağımız bir mekânda, birden bizi köklerin, yaprakların, arıların var olma gücü ile baş başa tefekküre bırakır. Voltaire “bahçemizi yeşertmek gerekir” dediğinde söz ettiği, hem bu yalnız bahçe, hem de hepimizin ortak arzularının doyasıya kalabalık ormanıdır. Rüzgar’ın ve Sevinçli’nin eserleri buraların toprağına serpiştirilmiş eşsiz tohumlardır. Ve biz izlerken, belki de her biri tüm düzenlerin dışında, bir cennet bahçesinin mucizeleri olarak yeşerecektir.